USUL YAPILAN BİR
İŞTİR YAZMAK
Öykü yazmaya
başladığım ilk günlerde, bir çırpıda sona ulaşmak isteyen, aceleci bir yanım
vardı. Kendimi dinlemeyi, aykırı metinler okumayı, yaza-ata ilerlemeyi,
yazdığım metni bir kenara bırakıp yeniden bakmayı öğrenmemle bu aceleci tutum
azaldı. Usul işmiş yazmak. Bildiklerin ve bilemediklerinle; okuyup
unuttuklarınla, eksiltip çoğalttıklarınla yapılan usul bir iş. Geçen gün bir
toplantıda; sen yazarsın, bir iki şey karalarsın hemen şuracıkta, denildiğinde
şaşırdım. Ne söylemem gerektiğini bilemedim. Bir yanıyla, herhangi bir meseleyi
sözcüklerle anlatma işinde usta olduğum düşünülüyordu elbette bu sözlerle, bir
yanıyla da yazının -okurun ilgisine sunulacak yetkinlikte bir yazının- daha çok
emek işi olduğu görmezden geliniyordu. “Daha çok emektir yazı” diyerek
gülümsedim, bir yol açmaktı amacım. Bilemiyorum başardım mı? Yazmak gerçekten
emek işi. Kurmaca bir metni özgün bir dille, kendi ışığınla yoğurarak yaratabilmek,
senden önce yazılmış olanları okuyup sindirmiş olmakla becerilebiliyor ancak.
Yaratıcı yazın daha çok yetenek işiymiş gibi görünse de ilk itkinin
ateşleyicisi, yazma edimine karşı bizi kıvrak ve arzulu kılan şey sanırım,
yetenek. Yazmaya okuyarak başlandığını düşünüyorum, daha da ileri gidip iyi
okur olmanın yenilikçi bir yazar olmayı sağladığını söylüyorum. Tutkulu bir
okur en az bir kez kurmaca metin yazmak için kalemi eline alır, hevesle. Asıl
hesaplaşma o ân başlar. Devam edebilenler yazıya emek vermek, boza-çize, okuya-
yaza yol almak zorunda olduklarını sezer bir süre sonra. İyi okurların hepsi
yazar olur, demek istemiyorum elbette ama her yazar kitaplarla hemhâl olmuş iyi
okur mertebesine ulaşmış olmalıdır bana kalırsa. Aksi takdirde ne yazılır,
nasıl yazılır, yazabilmek nasıl öğrenilir ki? Sarsıcı başlangıçlar, kuşatan,
öykünmemize yol açan yazı kalkışmaları nasıl olur?
Örneğin yazarları vardır o iyi okurların, o yazarların
kitaplarını ellerine aldıkça yazma cesareti kazanır, satırlar arasında
gezindikçe oturdukları yerde silkinip bir iki şey karalamak isterler küçük not
defterlerine. İçlerinde uyumakta olan bir şeyi uyandırır sanki o kitaplar,
karanlığa gömülü bir odayı saniyeler içinde yalayarak geçen ışıktır sözcük
dizgeleri. Yazarken izlenecek yolları, bir meselenin yalnızca atmosfer
kurularak da anlatabileceğini, kurmacanın gizli matematiğini, dilin sonsuz
varyasyonlu bir bahçe olduğunu, gündelik hayatta defalarca kullanılan sözcüklerin
bambaşka bir dizgede yer aldığında nasıl da derinlere işlediğini duyumsamanızı
sağlarlar.
Yazmak, yaşamı, insan olma durumunu anlamaya çalışarak
ilerlenen bir yolsa, bu yolda kendi dilimizi ararken koynumuzda saklı birkaç
büyülü metnimiz, adını mıh gibi aklımızda tuttuğumuz yazarlar olmalı mutlaka. Ne
zaman tıkansa kalemimiz ya da ruhumuz bir kuytuya çekilip elimizi usulca
koynumuza sokmak için.
Onat Kutlar’ ın Yunus adlı
öyküsünü okuduktan sonra incelikle kurulan atmosferin her şey demek olduğunu
nasıl bilmez insan? Sözcüklerle çizilen kasvetli kasaba evinin, kahramanlarla
harmanlanan hikâyesi okuru iliklerine kadar kedere boğarken, bu irkiltici
kaleme nasıl hayran olmaz? “Hatta içimdeki bütün o boşluk kuyularının anlam
kazandığını, bir varlığa dönüştüğünü duyar gibi oluyorum” diyen bir çocuğun,
geceyi ölümle denk tutan bakışına ve sonunda o ölümle yüzleşmesine… Bu kısacık,
birkaç sayfada anlatılıp bitirilmesine rağmen okuru derinden sarsan anlatıma
bakıp nasıl şaşırmaz yazı heveslileri? Taş avluda tıkırdayan takunya sesini,
ahırda kişneyen atı nasıl duymaz? Dışarda artan ayazın pencereye çizdiği zambakları,
sobalı evlerde yaşamış biri nasıl birden bire anımsamaz? Yazmanın usul iş olduğunu ta içinde nasıl
hissetmez? Zulasına Yunus’u atanlar, sık sık o öyküyü gizledikleri yerden
çıkarıp okuyacaklardır. Bir yazarın sırrına ermek isterseniz, üşenmeyin; onun
metinlerini alıp aynısını yazın boş bir kâğıda, yazdıkça yazdıkça onun
kaleminin sırrına erişme ihtimaliniz var, diyen büyüğümün sözleri sıkça
kulaklarımda çınlar. Birgün erinmeyip Yunus’u
yazacağım baştan sona, defalarca, yazı çoğunlukla emektir, okumakla başlayan
usul yapılan bir iştir demek için. Ne dersiniz?
*Onat Kutlar, İshak, YKY, Eylül 2009, s45
Bu yazı Dünyanın Öyküsü Dergisi'nde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder