4 Haziran 2014 Çarşamba

KİTAPLARA DAİR


Öykünün Özgün Sesi: Berna Durmaz


Berna Durmaz masalsı bir anlatımla bezediği sokağın sesini, sokağın sözcükleriyle adım adım çoğaltan öyküler kuruyor.  Düşle gerçek arasında salınıp duran bir sarkaç onun kalemi, gerçeğin altını gerçeküstü anlatı ögeleriyle çiziyor. Okur, öykünün içinde gizli olanı o çoğul seslerin ardında buluyor, usulca. Kiminde iki ayrı tepenin başına, karşılıklı oturtuyor öykü kahramanlarını, kiminde bir yıldızın düşüşüyle ana rahminde filizlenmeye başlayan engelli bir çocuğun trajik yaşamını konu ediniyor. Geleneğe yaslı bir anlatımı var Durmaz’ın.  Sözlü edebiyatın ustalıkla bugüne taşıdığı bir mirasın içinde eğliyor okurunu. Bir yanıyla ninelerimizden dinleyerek büyüdüğümüz masalların dilini, tadını bulurken onun öykülerinde, bir yanıyla masallarda olmayan bir yakıcılığın içinde geziniyoruz. Çünkü Durmaz’ın öykülerinde iyiler kazanmıyor, talih kuşu uçmuyor, uçsa da yıllarını “haksızlığa uğramış” biri olarak geçiren gencin başına konup onu padişah yapmıyor.  Onun kaleminde tüm masal ögeleri göre göre yabancılaştığımız yakıcı meseleleri anlatmak, yoksul, ötekileştirilmiş, eksik olan/ eksik bırakılan insanların masallarda anlatılmaya değer bulunmayan hikâyelerini; kurmacanın dünyasına çocukluktan aşina olduğumuz bir dille, masal diliyle taşımak için bir araya getiriliyor. Bilmem Durmaz böyle düşünmüş müdür ama onun kalemi bugüne dek bize anlatılmış masallara içli bir itirazı, yine masalların diliyle söylüyor. Genlerimizde kodlu olanın diliyle, sanat ve edebiyat için çokça tanıdık ama egemen olan için bilinçle görmezden gelinenleri, masal anlatırmış gibi işaret ediyor. “Ne yüzler, ne insanlar gelir geçer de bir zulüm kalır yeryüzünde. Bir fasit dairedir zulüm…” dedirtiveriyor örneğin hiç beklemediğiniz bir karaktere.  Hayatta zurnasından başka bir tutarı, bir derdi olmayan adama ölüm döşeğinde söyletiyor hem de bunu. Gülmece unsurlarıyla bezeli metnin içine ekliyor bu yakıcı cümleyi.
Berna Durmaz’ın hikâyelerini anlattığı insanlar kasabalarda, kenar mahallelerde yaşıyor. Hayatlarındaki sıkışmışlığa doğaüstü yöntemlerle çözüm arayan karakterler bunlar, nazara geldiklerinde kurşun döktüren, okunmuş su içen, mahalledeki muskacıya giden insanlar. Tüm bunlardan anlayabileceğimiz gibi halkın değer ve inanç sistemini iyi bilen, o inanç sistemiyle koşut halk arasında kullanılan sözcükleri yazın diline taşımayı başarmış bir öykücü var karşımızda. İkilemeler, deyimler, yöresel söyleyişler neredeyse her öyküsünde yer alıyor Durmaz’ın.  Halk anlatılarında sıklıkla kullanılan aykırı olanların birlikteliği, onun öykülerinde şaşırtıcı bir kıvraklıkla yer alıyor.  Trajedi ve gülmeceyi sağlam bir anlatı ögesi olarak kullandığı Lokma adlı öykü; bir düğün sofrasında, tepside kalan son eti kapışma savaşının öykü kahramanımızın ağzından, gülmeceye varan bir anlatımla açılırken, yine aynı dil sofradaki kapışma sahnesi kadar doğal, işlenen bir cinayeti anlatıyor.
 Durmaz’ın kitaplarından Tepedeki Kadın ve Bir Hal Var Sende’deki öykülerin çoğu okuru metne sımsıkı bağlayan bir giriş paragrafı ya da cümlesiyle açılıyor. Bir merak, bir hareket taşıyan bu etkili girişin ardından yine Durmaz’ın kaleminin karakteristik özelliği olan masalsı anlatımla akıp gidiyor öyküler. Böyle bakıldığında da öyküye kafa yoran bir yazar olduğunu düşündürüyor Durmaz. Dar alanda, sözü tartarak kullanmaksa öykü, eksilterek anlatmak, ilk cümleyle okuru metinle kalmaya ikna etmekse o bunu başarıyor. Bir Hal Var Sende adlı kitabındaki öykülerin çoğu böyle etkili bir girişle açılıyor. Bu yöntem okuru metne çağırırken, bir yazar olarak Durmaz’ı da öykü kurma düşüncesine götüren bir itki olabilir mi? Berna Durmaz’ın ilk kitabı Tepedeki Kadın’da öykünün meselesinden daha önde durarak odak haline gelen metaforik anlatım, sonraki kitaplarında etkinliğini azaltarak olağan bir anlatı ögesine dönüşüyor. Yine bu kitapta yer alan Göğün Kara Noktası adlı öyküye kahramanımızı gittiği her yerde izleyen gökyüzündeki kara noktayla ölüm arasında kurulan metaforik bağ damgasını vurur.  Öykünün odağını oluşturan bu anlatım baştan sona dek okura eşlik eder.  Bir Hal Var Sende’de yer alan Yılanın Gözü adlı öyküyse meselesi tam olarak kavranamayan, masalsı söyleyişin öykü bileşenlerinin önüne geçtiği baskın bir duruşla işler. Okur öyküyü bitirdiğinde başa dönüp bir kez daha bakmak zorunda hisseder kendini. Yazar tüm bunları bana neden anlattı, sorusuysa öylece asılı kalır boşlukta. Durmaz ikinci kitabı Bir Hal Var Sende’yi üç bölümde toplar Taş, Kuş ve Göl adını verdiği bölümlerde altışar öykü yer alır. Yine bu kitapta yer alan son öykü Çakıltaşı yazarın üçüncü kitabı Bir Fasit Daire’de yer alan Bir Külah Güllü Lokum adlı öyküsüyle benzer bir yerde durur. Yazma sürecinin ve yazınsal yapıtların yaşamdaki karşılığı nedir, sorusunun peşine düşen öykülerdir bunlar.  Çakıltaşı çoğul anlatımın kullanıldığı Durmaz’ın imzası sayılan masalsı anlatımın, halk arasında kullanılan söz kalıplarının pek de görülmediği bir öyküdür.  Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikâyecileri- Bir Rüya adlı öyküsüne de kimi yerlerde dokunduğunu düşündüğüm her iki öyküden Çakıltaşı belki de Durmaz’ın kaleminde kendi yazın macerasına eğilen ironik bir bakış taşımaktadır kim bilir?
 Durmaz’ın son kitabı Bir Fasit Daire’deki kahramanların çoğu Çingenedir; saksafon çalan, kalaycılık, sepetçilik yapan, fal bakarak yaşamlarını sürdüren, yerleşik hayatı kendi benliklerine inen yakıcı bir tokat gibi gören göçerlerdir onlar.  Ağlayan Dağ Susan Nehir adlı romanında Ayşegül Devecioğlu’nun; Yol yorgunudur Çingeneler… Yerleşikliğin imkânsız olduğunu bilir, yerleşik hayatı kekeleyerek yaşarlar, diye tanımladığı Çingenelerledir çoğunlukla Durmaz’ın hikâyesini anlatmak istedikleri. Bir fasit daireyse zulüm o fasit dairenin içinde yok pahasına çiğnenip tükürülenlerdendir onlar.  Yerleşik hayata geçmiş olanlar tarafından aşağılanan, hiçbir yerde kök salmama tutkusunun, özgürlükle denk ilerleyişini sezmiş olanlardır onlar, kimi düşünürlerin sonra sonra bulduğu yolda olma durumunu doğal olarak yaşayanlar, varı yoğu yol olanlardır. Nitekim Bir Fasit Daire adlı kitabında Durmaz kahramanı Zarif’e ; Bana dedi, olma göçerlerden hiç saygın değil. Ol sen de şehirdekiler gibi. Sat atları, al ayakkabı boyama sandığını, çık şehrin meydanına otur, fena mı? Fena be ana, dedim ben de ona. Ben oturamam onlar gibi kıçımın üzerinde, atalarımın yaptığı gibi hep bir yerden bir yere göçmek isterim, diye anlatacaktır yol ve Çingene ilişkisini.
 Bir Fasit Daire yedi bölümden oluşur. Kitapta yer alan kahramanların adlarını taşıyan bölümlerde anlatılan ana hikâye sondan başa doğru giden sıçramalı bir zaman diziniyle aktarılır.  Yazar bir ortaoyunu sahnesindeymişsiniz gibi olayları anlatırken bölümlere adlarını verdiği kahramanlarla tanıştırır okuru. Anlatılan ana meselenin gerisinde Çingene kültürünü eksiksiz çizmeye çalışan bir kalem olduğunu hemen sezinleriz. Öyle ki anlatmak istediklerini o insanların kültürel ögeleri, gündelik yaşamları eşliğinde yapmaktadır yazar. Bu haliyle bakıldığında günlük yaşamı yanılsamalı, eğip bükmeli olarak kendinde taşıyan kurmaca metinlerin,  gerçeklikten beslenen en gerekli yanını,  sahici atmosferle söz söyleyebilme becerisini yakalamış olur yazar. Çingeneler arasında yabancılaşma odaklı ayrışmayı da öykü konusu yapar Durmaz. Yine Çingeneler içinde yükselen asimile edilmiş sesleri de dillendirir. Kitaba damgasını vuran aşk hikâyesinin kahramanlarından Hasret’in annesi bu yaklaşıma tipik bir örnektir. Hasret’in, göçerliği yaşam biçimi olarak benimsemiş olan Zarif’e, aşkını kabullenemez anne. Bir yanıyla da zalim bir kadın görüntüsü çizerek Hasret’i Zarif’ten koparmak için her yola başvurur. Yine aynı bölümde okurla tanıştırılan Hasret’in alkolik babasıysa sıcak, varoluş kaygısıyla yüklü, kendini tüketen kişiliğiyle okurun sempatisini kazanmayı başarır. Hasret’e özgürlüğünü veren de yine baba olacaktır.
Bir Fasit Daire, Durmaz kitapları arasında önermesi en net olanı bana kalırsa.  Burada şunu da belirtmeli; kitapta, kimi bölümlere adını vermiş kahramanların, kendi adlarını taşıyan bölümlerde anlatılan hikâyelerde, bölüm adı olamayacak denli az yer alıyor olması, okur olarak kafamı karıştırdı. Örneğin daha çok Hasret’in yaşamıyla, aşkıyla tanıştırıldığımız bölüme Zarif adının verilmiş olması gibi.  Bu yanılsamayı yaratan ilk bölümde tam kararında bir anlatımla, kendi adını taşıyan bölümde, Cemafer’le tanıştırılmış olmamız belki de.
Bir Fasit Daire kendi içinde bağlaşık öykülerden oluşur. Sevgül’ün hikâyesi ülkemize özgü kadınlık durumunu çarpıcı bir sonla aktarırken, kitabın kapanış bölümünün Kakava Şenlikleri’nde tekrar edilen ritüellerden izler taşımasıysa tanıdık, bambaşka bir keyif verir. Okur olarak baştan sona dek peşinde yürüdüğümüz zurnanın, el değiştirerek ses vermesiyse varoluşlarını müzikle tamamlayan Çingeneler için dillendirilmiş umut dolu bir son sestir.

 Bu yazı Sarnıç Öykü'de yayımlanmıştır.