5 Temmuz 2013 Cuma

KİTAPLARA DAİR

Kitaplar: Yasaklı Düşler…

Faruk Duman yeni öykü kitabı Baykuş Virane Sever ‘de anlatım olanaklarını kurgu ve öykü odağını klasikleşmiş kitaplara yaslayarak, öykülerini bölümleyerek, eksiltili cümleler kullanarak genişletiyor, okumayı bitirdiğinizde akılda sıcak bir anlatımın çizdiği resimler kalıyor. Kitapta Yunus Emre’nin
“El kuşu elden ele, gül kuşu gülden güle
Baykuş virane sever, şahinler pervaz ile”
dizelerinin kucakladığı sekiz öykü yer alıyor. Çocukların, daha çok erkek çocukların, gözünden aktarılan öykülerde abiler, teyzeler, diğer yetişkinlerden farklı, sıcacık yaklaşımıyla çocukların sevgisini kazanmış dayılar, masalsı söyleyişe yaslanan bir anlatımla giriyor dünyamıza. Kitabın ilk öyküsü Kayıp İnci klasikleşmiş kimi romanları kurmacanın parçası kılarak daha da ilgi çekici bir zeminde okurla buluşuyor. Öykü kahramanı iki kardeşin gündelik yaşamı kitaplardan aşırılan düşlerle örülürken, Duman öykülerinde eksik olmayan çatıyı döven söğüt ağacı, ormandan koparak gelen türlü hayvanların çizdiği atmosfer, birbirine pek de benzemeyen bu İki kardeşin soluğunu daha da iyi duyuruyor okura. Soğuk, karlı okul yolunda düşlere sığınmak, doğayla başka bir pencereden bakmak, gündelik yaşamı tatlandırmak anlamını taşıyor onlar için.  Kitapların yasaklandığı, şiirlerin kimi dizelerinin sansürlendiği bugünlerde İnci, Vahşetin Çağrısı vb hatırlamak, onları çocukların düş gücüne kitapların katkısını işaret eden etkili bir kurmaca unsuru yaparak hatırlamak, yazarın dilinde bu zihniyete yanıt olmalı, bu yanıtı bağrıma basıp, Ben kitaplarla büyüdüm. Hatırımda kitapların adeta kutsal bir yeri vardır diye başlayan öykünün içinde yürümeye devam ediyorum.  İnci’nin maceraya girişi de ilgi çekici, aykırı bir el’den gelir: Diğerlerine kıyasla yaşama tutunamamış, evin babasının pek de hoşlanmadığı, yasak kitapların dışını gazeteyle kaplayıp sonra bunları siyah naylon torbalar içinde taşıyarak gizlice okuyan, serbest çalışan, uzun yolculuklara çıkan dayı. Ne gariptir ki okurun ilgisini çekmeyi başaran dayının öyküden kopuşu evlenip o şehirden uzaklaşmasıyla olur. Dayıya kız isteme sahnesi sıradanın içinde yitmemiş tavırlarıyla hatırlananı silikleştirip, yerleşik düzene geçişe istekli bir adam resmi koyar önümüze. Nitekim evlilik sonrası dayı tamamen çıkar öyküden. Onun eliyle kurmacaya dâhil edilen İnci, onun maceradan çıkışıyla kaybolmuş gibi görünürken umulmadık bir anda yeniden görünüverecektir, ama güzel olan okur İnci ‘yle tekrar buluşacağını sezer. Kimi yerlerde bu sezgi gerçekle kucaklaşmaya çok yakınlaşmış gibi hissettirilse de -kahramanımızın kütüphaneyi keşfedip kitap seçtiği bölüm- buluşma yazarın belirlediği noktada olacak, okurda beklenti yaratan bu çıkışla merak taze tutulacaktır. Bugünün apartmanlara sıkıştırılmış çocuklarından farklı, doğayla ve kitapların sunduğu düş kurma gücüyle örülmüş bir yaşamdır yazarın kahramanlarımıza çizdiği ve o yaşam okuru metnin kalbine çekerek hüznü tattırmayı başarır.
Baykuş Virane Sever ‘de yer alan öykülerden Kayıp inci, Teyzem O Buhranlı Günleri Nasıl Atlattı, Emanet, Zürafa ve Rüyalı Öykü bölümlendirilmiş. Adını saydığım ilk dört öykü sayılarla bölümlendirilirken, Rüyalı Öykü başlıklarla bölümlendirilmiştir.(Pas- Yele- Geçit) Kitapta yer alan öyküler arasında diğerlerinden farklı bir anlatıma sahip olan Rüyalı Öykü bir düş perdesiyle örtülüdür, anlatım da aynı puslu, kesinlikten uzak bir söyleyişle işlemektedir. Eksiltili cümleler, anlatıcıdan başka kimselerin görmediği yaşlı kadın, bitmeyen duvarların örüldüğü garip yer, insanlara çimento yedirilen yasadışı bir çalışma kampı, inilen çukur… Okura geniş bir alan açan öykü, merak duygusunu taze tutarak ilerlemekte,  geniş çağrışım alanlarında gezdirmektedir.
Yolumu kaybedince, yoldaşımla birlikte, fabrika bahçelerini anımsatan bir yere girdim. Girdikte yoldaşım tuhaf, şüpheli birine, bir işçiye, ya da bir mahkûma dönüştü.
Yazar yoldaşın bir işçi mi mahkûm mu olduğunu belirsizleştirerek öyküyü kesinlikten uzak tutmaktadır. Rüyalar mantık zincirinden uzak ilerleyişi öyküde de görülür. Bir söyleşide,

…Aslında yazarken kendi sesimi duymak, kendi gitmek istediğim atmosferi yakalamak isteyen, yazının sonunda ortaya ne çıkacağını düşünmekten ziyade yazarken bana ne kadar keyif verdiğiyle ilgilenen bir yazarım. Böyle olunca da bu türde bir dil ortaya çıkıyor. Aslında uzaktan bakınca dili bozmaya yönelik kasıtlı bir eylem gibi görünebilir ama öyle değil. Bu benim iç sesimin, bana ait üslubun bir yansıması olabilir ki ben şuna da inanıyorum, aslında kendi sesiyle yazmaya çabalayan herkeste bu tur dilsel özellikler vardır. Zaten edebiyatı da bunun için seviyoruz. Herkes kendi diliyle, kendi üslubuyla yazsın, söylesin diye…(Aydınlık Kitap Sayı 51) seslenen Faruk Duman, zengin anlatı dünyasına bir kez daha çağırıyor okuru. Öykünün büyülü kollarında, keyifli okumalar.

Şenay Eroğlu Aksoy

Bu yazı Notos Nisan- Mayıs 2013 Sayısında Yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder