Romanlarını, öykülerini yazarken iflah olmaz bir acıdan beslenendir. Metinleri arasında duygu yüklü satırlar bulamazsınız ama sayfalar kapanınca içinize işleyen bir ürperti, puslu bir atmosferde yitik kahramanlar ya da kaybolmuşluk duygusudur size kalan. Her sırrına erişilemez, mantıklı bir bakışla birbirini bütünlemeyen bir anlatı ormanı kurmuştur ve onun ormanında gezinir, beklenmedik yollarda yürür, beklenmedik sonlara ulaşırsınız.
Peki ya Hidâyet,
kendi coğrafyanıza en yakından ses verendir. “ Kör Baykuş” adlı romanındaki
sakalı kınalı kasap, tanıdık bir selam gibidir metninin içinden size.
Katmerlenmiş acıyı şiirleştirendir, kendisini
yalnız gölgesine anlatmak isteyen, anlatısını döngüsel bir anlatımla ilmek ilmek örendir.
Hidâyet’te Kafka
hayranıdır, Hasen-i Kâimiyân ‘ın
farsçaya çevirdiği “Ceza Sömürgesi” adlı kitaba yazdığı önsöz öykü kadar
uzundur ve “Kafka’nın Mesajı” başlığını taşımaktadır.Bu uzun önsözde “Kafka’nın dünyasına kafa yoran kişi ezilip
büzülürken ona doğru çekili verir” der ve kendi yarasından uç veren şu
cümleyi kurar,
“Çünkü ona göre bizim anlamsız ve değersiz
hayatımız, içinde çırpınıp durduğumuz sonsuz bir boşlukta uçmaya çalışmakta ve
üç günlük ömrümüz kesin yoklukla çarpışmaktadır.”1
Evet ikisinin de acıları vardır ve oradan beslenirler:
Kafka “Köy
Hekimi” adlı öyküsünde:
“Güzel
bir yarayla dünyaya geldim. Varım yoğum hep bu yaraydı” dedirtirken,
Hidâyet “Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi
yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar,”** diye fısıldamaktadır
okura “Kör Baykuş” adlı romanın girişinde.
Hem Kafka’nın “Köy Hekimi” adlı öyküsü hem de
Hidâyet’in “Kör Baykuş” adlı romanının
bazı bölümleri -Atlı arabayla mezarlığa gidiş- puslu bir atmosfere yaslanarak,
masalsı öğelerden beslenir. Biri sembollerle, imge ve alegorilerle
anlatırken öyküsünü, diğeri kelimeleri ust üste yığıp belli bir mantık düzenine
bağlı kalmadan şaşırtarak yapar bunu.
Birinde gece yarısı hastaslarına giden köy doktoru,
diğerinde kalemdanlar yapan, sonsuz mutluğa bir kadının aşkıyla ulaşmaya
çalışan bir yaralı, bir esriktir kahraman.
*Her iki anlatıda
da birden ortaya çıkan yan kahramanlar
vardır.
Kafka’da karlı
bir gecede köydeki genç hastaya gitmek zorunda olan hekim; hizmetçisini, ölmüş
olan atının yerine bir at aramaya yollamış ve hizmetçi eli boş olarak
dönmüşken- okura hiç ip ucu verilmeden -ahırdan çıkıveren seyis
ve iki at... Seyisin anlam verilemeyen davranışları...Öykü kahramanının hizmetçiye "Kendi evinde besleyip barındırdığı şeylerden insanın haberi olmuyor”demesi.,
seyisin durup dururken hizmetçinin
yanağını ısırması.
Hidâyet’te ise parçalara
ayırdığı cesedi valize doldurup sisli bir havada, evden çıkan kahramanın beklenmedik
bir şekilde cesedi gömmek için yardım teklif eden yaşlı adamla karşılaşması.
Adamın bavulun içinde ceset olduğundan haberdarmış gibi cenaze arabasının
olduğunu ve ona yardım edebileceğini söylemesi. Yaşlı adamın okurun kafasında
mantıklı bir yere oturtulamayan anlamsız, rahatsız edici gülüşü.
*Her iki
anlatıda atlı bir arabayla puslu bir atmosferde çıkılan yolculuk.
Kafka’da tipi, Hidayet’te sis vardır;
Hidâyet’te mezarlığa giderken atlı arabaya binilir, Kafka’da hastaya ulaşmak
için atlı arabaya binilir.
* Kafka da
kahraman ölmek üzere olanın yanına yatırılmakta, Hidayet’te ise cenaze
arabasında ölülerin yatması gereken yere roman kahramanı yatmaktadır.
Sanki her ikisi
de ölümün eşitleyiciliğinden yararlanarak okurun gözünde anlatı kahramanlarını
eşitlemeye çalışmaktadır. Biri kurtarması gereken hastayla doktoru en çarpıcı
düzlemde, doktoru çırılçıplak soyarak, hastanın yanına yatırarak eşitlemekte - Ölüm
döşeğinde- Diğeri tabutun koyulması gereken yere sağlıklı, canlı bir adamı yatırarak... Her
iki kahraman da biri yardımına ihtiyaç duyan hastasıyla,
diğeri parçalara ayırdığı kadınla Kısa bir süre de olsa eşitlenmiştir. Kafka bu kadarla yetinmeyip
hastanın yatağına uzanan doktora yanıtı yine hastanın ağzından verir “Benim
ölüm döşeğimi daraltıyorsun” Hidâyet ise hem mezarlığa giderken hem de cesedi
gömdükten sonra uzun uzun anlattığı yol boyunca yatırır kahramanını,cesedin
yatması gereken yere ve giderken parçalara ayrılmış cesedin bulunduğu bavulu
göğsünün üstünde taşıtır kahramanımıza.
Okurun içinde
yatırdığı kendi ölülerine seslenir ikisi de üstelik dipdiri bir bedenle...
Her iki anlatıda da ilginç şekilde ortaya çıkan bir koro vardır.
Kafka’da bir okul
korosudur bu ve;
Soyun giysilerini, iyi eder o zaman***
Baktınız iyi etmedi, öldürün gitsin.
Bir hekimden başka nedir ki
Bir hekimden başka nedir ki.
demektedirler.
Hidâyet’te ise
bir sürü sarhoş polis sesidir duyulan ve bir koro olurlar;
Gel gidelim içelim****
Rey şarabından içelim!
Şimdi içemezsek onu,
Ya ne zaman içelim.
demektedirler.
Belki belli
belirsiz, incecik yollardır anlatılar arasındaki, Hidâyet katmerlenmiş bir
acıyı şiirsel bir dille sara sara yol aldırırken okuruna, Kafka soğuk puslu bir
atmosferde rahatsız edici, beklenmedik olaylarla yoğurur okurunu ama yine de
“Çırıl çıplak bu en mutsuz çağın ayazına açık”
değiller midir her ikisi de?
Şenay
EROĞLU AKSOY
16.3.2010
Bu yazı wwwalzine.net sitesinde yayımlanmaktadır
*“ Kafka Hikâyeler “Köy Hekimi”
sayfa155
Cem Yayınları
Çeviren Kâmuran Şipal
** Sadık Hidâyet “Kör Baykuş”
sayfa 15
Yapı Kredi Yayınları
Çeviren Çeviren Behçet Necatigil
***“ Kafka Hikâyeler “Köy Hekimi”
sayfa154
Cem Yayınları
Çeviren Kâmuran Şipal
**** Sadık Hidâyet “Kör Baykuş”
sayfa 64
Yapı Kredi Yayınları
Çeviren Behçet Necatigil
***** Kafka Hikâyeler “Köy
Hekimi” sayfa156
Cem Yayınları
Çeviren Kâmuran Şipal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder