“Bazuka”
Murat Uyurkulak
Metis
Nisan 2011
Romanıyla tanıdığımız Murat Uyurkulak
öykülerinde de aynı dilin izinden yürüyor. Argo ve küfre korkusuzca yaklaşarak,
sokağa, sokağın kurallarıyla yaşayan insanlara ayna tutuyor. Olağan, yaşama
ayak uydurmuş kahramanlar yer bulamıyor onun öykülerinde. Oğuz Atay’ın kahramanları
eğitimli, yorumlama becerisine erişmiş, varoluşsal kaygılarla olağandan
ayrılan “tutunamayanlar” dan oluşuyorsa; Murat Uyurkulak’ın kahramanları,
doğuştan getirdiği aykırılıklar yüzünden “yerleşik hayat”a geçemeyen “tutunamayanlar”
dan oluşuyor.
Öykülerinde düz zamansal bir
anlatımı tercih etmeyen Uyurkulak kurguyla da oynuyor. Parça parça verilen
gelişmeler bütünlenmeye ihtiyaç duyuyor.
Anlatmak istediklerini doğrudan söylemeden metni okurla bütünleşmek için
bir fırsata dönüştürüyor.
Murat Uyurkulak’ın kalbi, geride bırakılmış,
dışlanmış, ötekileştirilmişlerin yanında atarken, yazın dilini de onların
dünyalarının ayrıntıları, sözcükleri kuruyor.
Çizgiden sapmış, aynılaşmaya
zorlanan kahramanlar yalnızca yoksul, sıradan insanlar değildir elbette,
yazarlar da vardır onların arasında… Nitekim kitapta Reha Mağden’ e ithaf
edilen öyküde bu sistemli aynılaştırmanın ironisi yapılıyor “Ne olursan ol,
çoğunluğun rengine boyanmak zorundasın” mesajına direnen, aykırı, umut aşılayan
kahramanlar kendilerini yok etmek pahasına da olsa oldukları gibi kalmayı
tercih ediyorlar.
“Kırmızı” adlı öyküde sağlam bir karakter
yaratmayı başarmış yazar. Hayatı ıskalamayan, kişilik özellikleriyle uçlarda
gezinen bir kahraman. Öykü yazınının olanakları içinde, ete kemiğe bürünmüş
kahramanlar yaratmak ustalık işidir, Murat Uyurkulak bunu başarmış. Bu güzel
öykü çocuk kitaplarından birini anımsatıyor bana. Bunun nedeni her iki metinde
de gözlüğün, etraftaki renkleri gizlemek için kullanılıyor olması. Çocuk edebiyatı
yazarı Ayla Çınaroğlu’nun “Üç Küçük Kuzucuk” adlı kitabında, sararmış otları
yemek istemedikleri için beslenemeyen kuzucukların sorunlarının çözümüdür güneş
gözlüğü. Murat Uyurkulak’ın öyküsünde ise savaşta gördüklerini, daha doğrusu
savaşın renklerini yumuşatmak için güneş gözlüğü takan bir büyükbaba vardır.
Birinde çocuk dünyasına neşe katan, tatlı bir buluşken gözlük, ikincisinde
kökleri çok derinde olan barış olgusunun altını, savaşın renkleri üzerinden,
hüzünle çizmek için kullanılmıştır. İki metinde de öykünün en etkileyici anlam
taşıyıcısıdır, kuzucukların ve büyükbabanın gözlerine, geçmişin renklerini
gizlemek için takılan gözlük.
Çocuklardan, çocuk yazınından
yola çıkarak, insanın oyun oynama isteğinin altında yaşama sevinci duyma güdüsü
yatıyor denilebilirse, Murat Uyurkulak da bunu kullandığı dil, ayrıntı seçimi
ve yerleşik olanı reddederek yaşatıyor okuruna, kurduğu bu enfes dille
yetişkinlere oyunlar kurup yaşama sevinci duyuruyor.
Bunca güzel şeye rağmen kitapta
tekrar edilen benzetmeler ve güncel siyasi mesaj verme kaygıları da sıkı okurun
gözünden kaçmıyor. Örn. türbanla
üniversiteye girilememesinin altını çizmek, geleceğe güncel siyasi kararlara
dair bir not düşmek adına, öyküye eklenen ayrıntılarmış gibi… Hiç birinin okuduğumuz
metne katkısı yok. Bu da metnin sağlam yapısına gölge düşürüyor. Kitaptaki bazı
öyküler ise diğerlerinin çok gerisine düşmekte. – Pembe ve Kuş Yuvası-Bunca
güzel öykünün arasında, okunmaları daha da güçleşiyor.
Edebiyatın tüm disiplinleri
kullanarak yeniden yeniden üretildiği bir dönemde, kendi yazın dilini
oluşturmayı başararak, sıradanın dışında, keyif verici öykülerle okuruna
sesleniyor Murat Uyurkulak.
Bu Yazı Notos Edebiyat Dergisi Ekim Kasım 2011 Sayısında Yayımlanmıştır.