şenay eroğlu aksoy
24 Şubat 2021 Çarşamba
Birgün Kitap: Kalem Ortaklığına Soyunanlar: Öykücü Kadınlar (Şen...
Birgün Kitap: Kalem Ortaklığına Soyunanlar: Öykücü Kadınlar (Şen...: “Sen, kâğıdın sesine fütursuzca kulak kabartan okur… Bilmelisin ki bu satırların yazarı bir kadındır. Elinde tuttuğun sayfaya kalemin koyd...
15 Mayıs 2020 Cuma
19 Nisan 2020 Pazar
4 Şubat 2018 Pazar
Absürde yaslı kıpkısa öykuler
Kıpkısa
öyküleriyle tanınan Sine Ergün, yeni
öykü kitabı Baştankara’da da aynı
yoldan yürüyor. Yirmi öykünün yer aldığı kitap gündelik yaşamda akıp giden
yakıcı anları daha da görünür kılmaya çalışırken o anlara yeni bir gözle
bakmaya çağırıyor okuru. Ergün'ün önceki öykülerine kıyasla daha uzun sanki Baştankara’daki
öyküler. Atmosferi çatıp ayrıntılarla bezedikten sonra anlara uzanıyor bu defa.
Ergün’ün mesele ettiği şeyler sıradanın içinde normalleştirilen sakatlıklar
genellikle.
18 Mart 2016 Cuma
Denemeler
USUL YAPILAN BİR
İŞTİR YAZMAK
Öykü yazmaya
başladığım ilk günlerde, bir çırpıda sona ulaşmak isteyen, aceleci bir yanım
vardı. Kendimi dinlemeyi, aykırı metinler okumayı, yaza-ata ilerlemeyi,
yazdığım metni bir kenara bırakıp yeniden bakmayı öğrenmemle bu aceleci tutum
azaldı. Usul işmiş yazmak. Bildiklerin ve bilemediklerinle; okuyup
unuttuklarınla, eksiltip çoğalttıklarınla yapılan usul bir iş. Geçen gün bir
toplantıda; sen yazarsın, bir iki şey karalarsın hemen şuracıkta, denildiğinde
şaşırdım. Ne söylemem gerektiğini bilemedim. Bir yanıyla, herhangi bir meseleyi
sözcüklerle anlatma işinde usta olduğum düşünülüyordu elbette bu sözlerle, bir
yanıyla da yazının -okurun ilgisine sunulacak yetkinlikte bir yazının- daha çok
emek işi olduğu görmezden geliniyordu. “Daha çok emektir yazı” diyerek
gülümsedim, bir yol açmaktı amacım. Bilemiyorum başardım mı? Yazmak gerçekten
emek işi. Kurmaca bir metni özgün bir dille, kendi ışığınla yoğurarak yaratabilmek,
senden önce yazılmış olanları okuyup sindirmiş olmakla becerilebiliyor ancak.
Yaratıcı yazın daha çok yetenek işiymiş gibi görünse de ilk itkinin
ateşleyicisi, yazma edimine karşı bizi kıvrak ve arzulu kılan şey sanırım,
yetenek. Yazmaya okuyarak başlandığını düşünüyorum, daha da ileri gidip iyi
okur olmanın yenilikçi bir yazar olmayı sağladığını söylüyorum. Tutkulu bir
okur en az bir kez kurmaca metin yazmak için kalemi eline alır, hevesle. Asıl
hesaplaşma o ân başlar. Devam edebilenler yazıya emek vermek, boza-çize, okuya-
yaza yol almak zorunda olduklarını sezer bir süre sonra. İyi okurların hepsi
yazar olur, demek istemiyorum elbette ama her yazar kitaplarla hemhâl olmuş iyi
okur mertebesine ulaşmış olmalıdır bana kalırsa. Aksi takdirde ne yazılır,
nasıl yazılır, yazabilmek nasıl öğrenilir ki? Sarsıcı başlangıçlar, kuşatan,
öykünmemize yol açan yazı kalkışmaları nasıl olur?
Örneğin yazarları vardır o iyi okurların, o yazarların
kitaplarını ellerine aldıkça yazma cesareti kazanır, satırlar arasında
gezindikçe oturdukları yerde silkinip bir iki şey karalamak isterler küçük not
defterlerine. İçlerinde uyumakta olan bir şeyi uyandırır sanki o kitaplar,
karanlığa gömülü bir odayı saniyeler içinde yalayarak geçen ışıktır sözcük
dizgeleri. Yazarken izlenecek yolları, bir meselenin yalnızca atmosfer
kurularak da anlatabileceğini, kurmacanın gizli matematiğini, dilin sonsuz
varyasyonlu bir bahçe olduğunu, gündelik hayatta defalarca kullanılan sözcüklerin
bambaşka bir dizgede yer aldığında nasıl da derinlere işlediğini duyumsamanızı
sağlarlar.
Yazmak, yaşamı, insan olma durumunu anlamaya çalışarak
ilerlenen bir yolsa, bu yolda kendi dilimizi ararken koynumuzda saklı birkaç
büyülü metnimiz, adını mıh gibi aklımızda tuttuğumuz yazarlar olmalı mutlaka. Ne
zaman tıkansa kalemimiz ya da ruhumuz bir kuytuya çekilip elimizi usulca
koynumuza sokmak için.
Onat Kutlar’ ın Yunus adlı
öyküsünü okuduktan sonra incelikle kurulan atmosferin her şey demek olduğunu
nasıl bilmez insan? Sözcüklerle çizilen kasvetli kasaba evinin, kahramanlarla
harmanlanan hikâyesi okuru iliklerine kadar kedere boğarken, bu irkiltici
kaleme nasıl hayran olmaz? “Hatta içimdeki bütün o boşluk kuyularının anlam
kazandığını, bir varlığa dönüştüğünü duyar gibi oluyorum” diyen bir çocuğun,
geceyi ölümle denk tutan bakışına ve sonunda o ölümle yüzleşmesine… Bu kısacık,
birkaç sayfada anlatılıp bitirilmesine rağmen okuru derinden sarsan anlatıma
bakıp nasıl şaşırmaz yazı heveslileri? Taş avluda tıkırdayan takunya sesini,
ahırda kişneyen atı nasıl duymaz? Dışarda artan ayazın pencereye çizdiği zambakları,
sobalı evlerde yaşamış biri nasıl birden bire anımsamaz? Yazmanın usul iş olduğunu ta içinde nasıl
hissetmez? Zulasına Yunus’u atanlar, sık sık o öyküyü gizledikleri yerden
çıkarıp okuyacaklardır. Bir yazarın sırrına ermek isterseniz, üşenmeyin; onun
metinlerini alıp aynısını yazın boş bir kâğıda, yazdıkça yazdıkça onun
kaleminin sırrına erişme ihtimaliniz var, diyen büyüğümün sözleri sıkça
kulaklarımda çınlar. Birgün erinmeyip Yunus’u
yazacağım baştan sona, defalarca, yazı çoğunlukla emektir, okumakla başlayan
usul yapılan bir iştir demek için. Ne dersiniz?
*Onat Kutlar, İshak, YKY, Eylül 2009, s45
Bu yazı Dünyanın Öyküsü Dergisi'nde yayımlanmıştır.
1 Ekim 2015 Perşembe
kurmaca biyografiler: NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM? (16)
kurmaca biyografiler: NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM? (16): fotoğraf İmge Su Eroğlu Kendi Karanlığına Dokunmak Yazıya he...
26 Haziran 2015 Cuma
KİTAPLARA DAİR
Sözcüklerin
Kaleydoskopu: İs Odası
Belli, sezdirmekte usta bir yazar var karşımızda, doğrudan
anlatmaktan hoşlanmayan, yarattığı dili usul, sapasağlam ören, boşluklar
bırakarak okuru çağıran, kahramanlarını kiminde bir lunaparkta, kiminde küçük
bir kasabada, kiminde İstanbul sokaklarında gezdirirken neşeli, kederli öyküler
kuran… Bugünde duran sancılı bir ânın
derinlerini sözcüklerle işaret etmek isteyen, bunu da rahatlıkla başaran bir
yazar.
Doğan Yarıcı’nın yeni öykü kitabı İs Odası iki bölümden oluşuyor. Âli’yle
konuşmalar adı verilen ikinci bölümde kısacıklar yer alırken, ilk bölümde
on sekiz öykü var. Kitabın açılış öyküsü
Umami’de endoskopi masasından
çocukluğun uzun, karanlık koridoruna uzanır anlatıcı. Üniversite hastanesinde, kadavraların
yatırıldığı morgun yanındaki mutfakta çalışan babasına ulaşmak için aşmak
zorunda olduğu, çocuk aklını ölüm korkusuyla dolduran bir koridor bu. Ona göre kara, uzun, upuzun, onu içine çekecek bir
hortum gibi korkunç, bir koridor. Neyse ki gözü kapalı geçilmesi gereken
karanlığın sonunda güzel şeyler bekler anlatıcımızı. Ölüm ürpertisini her adımda
hissettiren loş koridor aşıldıktan sonra onu sevgiyle bağrına basacak bir baba,
keyifle önüne koyulan yemekler vardır. Çocuk aklıyla ölümden kaçmayı başardığı
yolun sonuna varmasıyla hak edeceği yemekler. İşte bu yüzden karnıyarık ölümü
anımsatır ona. Endoskopi masasında, içine gönderilecek hortuma bakarken de aynı
yakıcı korku vardır anlatıcımızın içinde ve o yakıcı korkunun ondan koparıp
aldıkları; annesi, babası, teyzeleri, dayıları ve çocukluk. Yaşlanmış, kamburu
çıkmış bir yetişkin olarak yattığı masada çocukluğu da ölümün ondan aldıklarına
eklemiş olması, ince bir sızı düşürür okurun içine. Bir cümle, bir nefes yazılmış
sanki öyküler. Yazmanın her şeyden çok emek olduğu özenle örüntülenmiş dilden
anlaşılıyor. Öykünün asıl meselesini bir okuyuşta anlayıp çıkarmak da zor.
Bozulup parçalanmışları bulup uç uca eklemelisiniz. Endoskopi hortumu ve
karanlık koridor arasında yaratılan ölüm metaforunu bulmak zorundasınız. Ne garip,
okura bunca yoğun el uzatıp onun tamamlayacaklarıyla bütünlenen bir öykü nasıl
oluyor da bu denli etkileyici, ilk okumada vurucu oluyor? İşte bu sorunun
yanıtı Yarıcı’nın üslubunda, okuru
saran incelikli anlatımda, alt okumalara açık cümlelerde, şiire gönül vermiş
bir yazarın elinden dökülen sözcük dizininde. Has okurun, okuma ayinlerine bir
daha, bir daha taşınacak öyküler bunlar. Daha şimdiden Umami’yi kaç kez okudum, kaç ince ayrıntıyı yenice buldum desem
ilginiz artar mı?
İs Odası’nda
aurası ölüm olan öykü çok, tıpkı insan ömrü gibi. Kitabın sevinci en bol
öykülerinden olan Zabıt bile
günebakanları aşıran çocukların bir tavuskuyruğu gibi artlarında taşıdıkları
coşkuyla açılırken, ölümün araya girişiyle bu duygu adım adım sönüveriyor.
Dilin incelikle örüldüğü, tam kararında metinler yaşama sevincinizi
çoğaltan birer armağan. Satır arasında mesele edilen o güne dek bilmekten
yorgun düştüğünüz keder yüklü insanlık halleri de olsa, iyi kitaplar kucağınıza
bırakılan kaleydoskoplar. Ana malzemesi sözcük olan bir kaleydoskop bu. Dayayın
gözünüzü, başka başka çiçeklere dönüşebilmelerine bakın. Bir çırpıda dünyayı
değiştiremezler, zaten böyle bir dertleri hiç olmamıştır, onlar okur dalgınlığınıza
sızıp, hayata bakışınızı değiştirirler siz bilemeseniz de.
Öykünün büyülü kollarında keyifli okumalar.
Bu yazı Notos'ta yayımlanmıştır.
Bu yazı Notos'ta yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)