İncelikli bir ilk
ses: Limon Yağmuru
Emrah Öztürk’ü kitap-lık dergisinde yayımlanan öyküleriyle
tanıdık. Çocukluğu, her an dönüp karıştırılan bir heybe gibi sırtında taşıyan Kıbrıslı
bir yazar. Onun yazı dünyasına girmek,
ne yapsak sırtımızdan inmeyen o heybeyi karıştırmak biraz, çocuk dünyasının kırılgan,
puslu evrenine bakmak. Limon Yağmuru’nun içinde yer alan
öykülerin çoğunda çocuk olma durumunun korkularından, acılarından dem
vuruluyor. Bu durum kimi öyküde şöyle bir görünüp kaybolurken kimisinde hikâyenin
kendisi oluveriyor.
Bir yanıyla hüzünlü,
bir yanıyla oyunbaz öyküler yan yana durmakta kitapta. Yazmanın ön
koşullarından birinin, kurmaca gerçekliğini sapasağlam çatmakta olduğunu bilen
bir yazar var karşımızda. Kitaptaki hemen her öyküde etkili, okuru mesele
edilen şeyin kalbine çeken bir atmosfer yaratılmış. Sıcak, kertenkeleler,
bunaltıcı evler, basık odalar, usul usul sonuna varılan olayı tamamlayan küçük
ayrıntılar… Öztürk’ün öykülerinin önemli bir bölümünde geçmişe bugünden, geride
kaldığı gerçekliği okura sezdirilerek, puslu bir uzaklıktan bakılıyor. Bu pusu
yaratmayı başarıyor yazar, sanırım bunlar yüzünden arka kapak yazısında Onat
Kutlar’ın incelikli anlatımının izinden yürüyen bir kalem olduğu vurgusu
yapılıyor. Kutlar’ın atmosfer çatmadaki başarısı düşünüldüğünde sonraki
kitapları ilgiyle beklenen bir yazar olmayı başarıyor Öztürk. Kitapta yer alan
öykülerin adları sıradan bir cümlenin içinden çekilmiş birkaç sözcük gibi,
şiirsel, alt okumalara açık bir söyleyiş yok bu adlarda. Anneee, Makas, Hafif Ezilmekte…
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere yalınlığıyla dikkat çekiyor öykü adları.
Çocuk dünyasının merkeze çekildiği öykülerden Anneee ‘de çocukluk korkuları mesele
ediliyor. Ev ahalisinin derin uykuya geçtiği saatlerde öykü anlatıcısının tüm
dünyasını sarsarak ama sessizce yaşadığı korkular, çocuk gözünden
öyküleştiriliyor. Odayı aydınlatan ampulün renginin bile kahramanımızın korkularını
nasıl artırdığı etkileyici bir ayrıntıya dönüştürülmüş öyküde. Gecenin ve
karanlığın çocuk dünyasında çoğalan ürkütücü fısıltılarından söz ediliyor.
Karanlıkta var olan, her gece salona ıssızlık çökünce bir anda ortaya
çıkıveren, televizyon dolabının yanına kıvrılıp yatan canavardan. Anlatıcının,
kendi yatağından kalkıp annesinin yatağına gidişi kadardır öyküleştirilen zaman
ama çocuk olup da o canavarla tanışmayan, kendi yatağından anne yatağına
varılana dek atılan birkaç adımın tedirgin edici uzunluğunu bilmeyen var mı?
Asıl maharet yetişkin gözüyle, çocuk dünyasının gerçekliğini bozmadan, okuru o
korkunun parçası kılmakta değil mi? Bir yanıyla da anımsamak, çocukluğu, çocuk
dünyasını anımsamak Limon Yağmuru. Kitapta
birbirinden uzağa düşen iki anlatım var bana kalırsa.Kimi öyküde de sivri
dilli, duman huzmesinden yola çıkarak insanlığın biriktirdiği yaşamı anlama,
adlandırma deneyimine tatlı bir ironiyle yanıt veren, hin bir yazar var
karşımızda. Leonardo da Vinci, Ingmar Bergman ve Vladimir Puşkin’ den dem
vuruyor. Yaşama, sanata kendi penceresinden bakıyor. Tüm bunları anlattıktan sonra varılan yerde
onca bilginin ışığından süzülen yalınlıkla beleniyor kahraman. Gerçeküstü
anlatı yollarıyla sıçramalar yapmayı da seven Öztürk, ikilemeleri de sıkça
kullanıyor.
Okura kalan, kitabın ilk öyküsünde bir dönemin değişimine
tanıklığını anlattıktan sonra tek arzusunun hikâyeye dönüşmek olduğunu söyleyen
çamaşır leğeni gibi, Emrah Öztürk’ün kaleminde kurmacanın kendisi olmuşken hikâyeye
dönüşmek istediğini söyleyenlerin incelikli anlatımına eğilmek sanırım.
Bu yazı Notos'ta yayımlanmıştır.
Bu yazı Notos'ta yayımlanmıştır.