Yazıların Kardeşliği
“…Edebiyat
üzerine bir şeyler yazmak, o metnin bize fısıldadıklarını derli toplu ifade
etmeye çalışmak, yazarın o metni kurarken kendisine dert ettiği şeyleri sanki
daha net görmeyi mümkün kılıyor. Yazı bittiğinde başlarken aklınızda olmayan
şeyleri kâğıda dökmüş olarak bulabiliyorsunuz kendinizi. Yazının gizi, gücü ya
da belki de: Yazılmış bir metin üzerine yazmaya kalkıştığınızda konu aldığınız
metin kendini daha da açıyor- ‘yazıların kardeşliği’ mi demeli buna?”
Behçet Çelik,
yazarlar ve kitaplara dair denemelerini derlediği Ateşe Atılmış Bir Çiçek adlı kitabının sunuş bölümünde böyle
sesleniyor okuruna; metne yakınlaştıkça açığa çıkan “Yazıların kardeşliği.” Yazma
eyleminin bizden öncekileri okuyarak, onlara öykünerek başladığını
düşündüğümüzde her yazarın hayatında nasıl da önemlidir kendi okumaları, bu
okumaları derli toplu yazılara taşındığında açığa çıkan “yazıların kardeşliği”.
Metinlerin - görece- ayrıntılı okumalar, incelikli eğilmeler sonucunda fark edilen
çoklu kapılardan oluştuğunu, yazıldığı dönemin ardından unutulmaya bırakılmış
nice nitelikli eserin bu tür yoksunluklar yüzünden silinip gittiğini
söyleyebiliriz. Onlara, yakın
bakış, aynı zamanda yazma sürecine,
yazara da yakınlaşmaktır. Eserlerin ve yazarların biricikliği böylesi
yakınlaşmalar sonucunda daha da iyi kavranır. Her yazar başka hayatlardan kopup gelmiş,
diğerlerinden ayrılan bileşenlerle kendi olmuştur, bunun yazıya yansıması
metinleri okur nezdinde daha da büyülü kılmaktadır. Burada ilginç bir
çalışmadan söz edelim, sınırlı sayıda sözcük birden çok yazara verilir ve her
birinden bir metin istenir. Çalışma tamamlandığında her yazarın farklı bir
metin oluşturduğu görülür.
Kimi okur ve
yazar için de yapıtların satır aralarına bakmak, orada yazarın izlerini aramak;
yapıtın yaşamla bağını, politik, psikolojik, sosyolojik açıdan kurmak; kendini
derinden etkileyen yazara yakınlaşmak merak konusudur. Bana kalırsa bu
çalışmalar yapıtların farklı bir platformda salınması, yeniden hayat bulması,
bugüne taşınmasıdır ki bu durum okurlar açısından da heyecan vericidir. Selim
İleri’nin ifadesiyle “öykücü, romancı B. Çelik’in kadirbilir tutumunun
saptandığı”- Radikal Kitap 30.12.2012 -Ateşe
Atılmış Bir Çiçek geçmişten günümüze birçok yazara incelikle eğilmekte,
onları bugünün okuruna hatırlatmaktadır.
Adını,
Çelik’in kitabı ithaf ettiği arkadaşının Yunancadan çevirdiği şarkının
dizesinden alan kitap, sayfalar arasında yer alan adlarla da Ateşe Atılmış Bir Çiçek midir?
Bilmiyorum Behçet Çelik benim gibi düşündü mü, ama kitaba konuk olan yazarların
çoğunun o şarkıdaki gibi göçüp gittiğini düşünürsek, onların da ateşe atılmış
birer çiçek olduğunu düşünmek isterim. Kimler
yok ki o çiçekler arasında; Sait Faik, Sabahattin
Ali, Esendal, İlhan Tarus, Suat Derviş, Nazım Hikmet, Ayhan Bozfırat, bir öykü antolojisi sayfalarında tanıyıp
hayran olduğum Kenan Hulusi ve diğerleri. Örneğin Nazım Hikmet’in hikâyelerini
bilir miydiniz? Bu hikâyeleri hangi dergilerde yayımladığını, Şeyh Bedrettin destanını
yayımlamadan önce destanda yer alacak kimi dizelerin “Bedrettin’in Ölüsü” adlı hikâyede yer
aldığını, Nazım’ın kadın-erkek ilişkilerine dair hikâyeler yazdığını, bunların
kiminde kantarın topuzunu kadınlar aleyhine kaçırdığını “Kadın-erkek ilişkileri, aşk, sadakat gibi
konuları ele alan hikâyelerde Nazım Hikmet’in çoğunlukla aşkın maddiyatla
ilişkilendirildiği “şeyleşmiş” çağdaş evliliklerin, üstü örtülen yanını açığa
çıkarmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bazı hikâyelerde, kadınların maddiyat
düşkünlüğüne ya da sadakatsizliklerine yaptığı vurguda kantarın topuzunu
kadınların aleyhine kaçtığını da itiraf etmek gerek. Altın oltaya takılan
nedense dişi balıktır, erkek balık değildir!”
Sunuş
yazısında “Bir edebiyat kitabı üzerine düşünmek, ister istemez insanın yaşadığı
dünya ve kendisi hakkında da düşünmesine neden oluyor. Farkında olmadan
değişiyoruz, fikrimiz, dilimiz, bakışımız, baktığımız yerde gördüklerimiz, iç
dünyamız, hissetme ve bunu ifade etme biçimimiz değişiyor.” diyor Çelik. Edebiyatın
gücünü hatırlatan bu derinli bakışı kitapta Esendal’a ayrılan bölümde yazara
sorulan “Toplum meseleleri karşısında
sanatçının durumu ve tavrı ne olmalıdır?” sorusuna Esendal’ın verdiği yanıtı
yorumlarken daha da genişletiyor Çelik. “Edebiyatçılarımız arasında siyasi olarak en
yüksek düzeyde görevde bulunmuş olan Esendal, İkinci Dünya Savaşı yıllarında
CHP’nin genel sekreterliğini yapmış, önemli bir siyasi kişiliktir. Bu durumun
kaçınılmaz sonucu olarak yapıtlarının siyasi yönünün baskın olması beklenebilir…
Bununla birlikte, onun hikâyeleri daha çok içerdiği insani sıcaklık, anlatım ve
dildeki yalınlığı ile gündeme gelmiştir; siyasi tezleriyle değil. Aynı biçimde,
bugün, siyasi tezlerinden pek söz edilmese de Türkçe hikâyeden söz edildiğinde
ilk akla gelen isimlerden biridir.” Bu paragrafı “… bu durumu sanatın
politikadan, yapıtın yazardan özerkleşmesi olarak algılayabilir miyiz?” sorusuyla
bitiriyor. Bu soruya evet yanıtını verirken politikacı Esendal‘ı geçip geleceği
kucaklayan Esendal hikâyelerine eğiliyoruz.
Bu yazıları
bir şeyler öğrenmek için kaleme aldığını söyleyen Çelik “Metnin ruhu yazarın
iradesine tabi değildir. Mutlaka yazarı yazmaya iten saikler, anlatmak,
göstermek istediği şeyler vardır. Ama metnin ruhu bunlardan özerk olarak ortaya
çıkmış olabilir,” diye eklemektedir.
Çelik’in bakışıyla yazarlara ve yapıtlara eğilmek, onların “yazarın
iradesinden özerk olarak açığa çıkmış” ruhlarına yakınlaşmak isteyenlere
heyecan verici bir yol arkadaşlığı teklifidir Ateşe Atılmış Bir Çiçek. Yapıtların satır aralarından yazarlara
bakmayı seven okurlara keyifle…
*Behçet
Çelik “Eleştiri ve Metnin Ruhu”