20 Eylül 2014 Cumartesi

KİTAPLARA DAİR


Yazıların Kardeşliği

“…Edebiyat üzerine bir şeyler yazmak, o metnin bize fısıldadıklarını derli toplu ifade etmeye çalışmak, yazarın o metni kurarken kendisine dert ettiği şeyleri sanki daha net görmeyi mümkün kılıyor. Yazı bittiğinde başlarken aklınızda olmayan şeyleri kâğıda dökmüş olarak bulabiliyorsunuz kendinizi. Yazının gizi, gücü ya da belki de: Yazılmış bir metin üzerine yazmaya kalkıştığınızda konu aldığınız metin kendini daha da açıyor- ‘yazıların kardeşliği’ mi demeli buna?”
Behçet Çelik, yazarlar ve kitaplara dair denemelerini derlediği Ateşe Atılmış Bir Çiçek adlı kitabının sunuş bölümünde böyle sesleniyor okuruna; metne yakınlaştıkça açığa çıkan “Yazıların kardeşliği.” Yazma eyleminin bizden öncekileri okuyarak, onlara öykünerek başladığını düşündüğümüzde her yazarın hayatında nasıl da önemlidir kendi okumaları, bu okumaları derli toplu yazılara taşındığında açığa çıkan “yazıların kardeşliği”. Metinlerin - görece-  ayrıntılı okumalar,  incelikli eğilmeler sonucunda fark edilen çoklu kapılardan oluştuğunu, yazıldığı dönemin ardından unutulmaya bırakılmış nice nitelikli eserin bu tür yoksunluklar yüzünden silinip gittiğini söyleyebiliriz.  Onlara, yakın bakış,  aynı zamanda yazma sürecine, yazara da yakınlaşmaktır. Eserlerin ve yazarların biricikliği böylesi yakınlaşmalar sonucunda daha da iyi kavranır.  Her yazar başka hayatlardan kopup gelmiş, diğerlerinden ayrılan bileşenlerle kendi olmuştur, bunun yazıya yansıması metinleri okur nezdinde daha da büyülü kılmaktadır. Burada ilginç bir çalışmadan söz edelim, sınırlı sayıda sözcük birden çok yazara verilir ve her birinden bir metin istenir. Çalışma tamamlandığında her yazarın farklı bir metin oluşturduğu görülür.
Kimi okur ve yazar için de yapıtların satır aralarına bakmak, orada yazarın izlerini aramak; yapıtın yaşamla bağını, politik, psikolojik, sosyolojik açıdan kurmak; kendini derinden etkileyen yazara yakınlaşmak merak konusudur. Bana kalırsa bu çalışmalar yapıtların farklı bir platformda salınması, yeniden hayat bulması, bugüne taşınmasıdır ki bu durum okurlar açısından da heyecan vericidir. Selim İleri’nin ifadesiyle “öykücü, romancı B. Çelik’in kadirbilir tutumunun saptandığı”- Radikal Kitap 30.12.2012 -Ateşe Atılmış Bir Çiçek geçmişten günümüze birçok yazara incelikle eğilmekte, onları bugünün okuruna hatırlatmaktadır.
Adını, Çelik’in kitabı ithaf ettiği arkadaşının Yunancadan çevirdiği şarkının dizesinden alan kitap, sayfalar arasında yer alan adlarla da Ateşe Atılmış Bir Çiçek midir? Bilmiyorum Behçet Çelik benim gibi düşündü mü, ama kitaba konuk olan yazarların çoğunun o şarkıdaki gibi göçüp gittiğini düşünürsek, onların da ateşe atılmış birer çiçek olduğunu düşünmek isterim.  Kimler yok ki o çiçekler arasında;  Sait Faik, Sabahattin Ali, Esendal, İlhan Tarus, Suat Derviş, Nazım Hikmet, Ayhan Bozfırat,  bir öykü antolojisi sayfalarında tanıyıp hayran olduğum Kenan Hulusi ve diğerleri. Örneğin Nazım Hikmet’in hikâyelerini bilir miydiniz? Bu hikâyeleri hangi dergilerde yayımladığını, Şeyh Bedrettin destanını yayımlamadan önce destanda yer alacak kimi dizelerin  “Bedrettin’in Ölüsü” adlı hikâyede yer aldığını, Nazım’ın kadın-erkek ilişkilerine dair hikâyeler yazdığını, bunların kiminde kantarın topuzunu kadınlar aleyhine kaçırdığını  “Kadın-erkek ilişkileri, aşk, sadakat gibi konuları ele alan hikâyelerde Nazım Hikmet’in çoğunlukla aşkın maddiyatla ilişkilendirildiği “şeyleşmiş” çağdaş evliliklerin, üstü örtülen yanını açığa çıkarmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bazı hikâyelerde, kadınların maddiyat düşkünlüğüne ya da sadakatsizliklerine yaptığı vurguda kantarın topuzunu kadınların aleyhine kaçtığını da itiraf etmek gerek. Altın oltaya takılan nedense dişi balıktır, erkek balık değildir!”
Sunuş yazısında “Bir edebiyat kitabı üzerine düşünmek, ister istemez insanın yaşadığı dünya ve kendisi hakkında da düşünmesine neden oluyor. Farkında olmadan değişiyoruz, fikrimiz, dilimiz, bakışımız, baktığımız yerde gördüklerimiz, iç dünyamız, hissetme ve bunu ifade etme biçimimiz değişiyor.” diyor Çelik. Edebiyatın gücünü hatırlatan bu derinli bakışı kitapta Esendal’a ayrılan bölümde yazara sorulan  “Toplum meseleleri karşısında sanatçının durumu ve tavrı ne olmalıdır?” sorusuna Esendal’ın verdiği yanıtı yorumlarken daha da genişletiyor Çelik.  “Edebiyatçılarımız arasında siyasi olarak en yüksek düzeyde görevde bulunmuş olan Esendal, İkinci Dünya Savaşı yıllarında CHP’nin genel sekreterliğini yapmış, önemli bir siyasi kişiliktir. Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak yapıtlarının siyasi yönünün baskın olması beklenebilir… Bununla birlikte, onun hikâyeleri daha çok içerdiği insani sıcaklık, anlatım ve dildeki yalınlığı ile gündeme gelmiştir; siyasi tezleriyle değil. Aynı biçimde, bugün, siyasi tezlerinden pek söz edilmese de Türkçe hikâyeden söz edildiğinde ilk akla gelen isimlerden biridir.” Bu paragrafı “… bu durumu sanatın politikadan, yapıtın yazardan özerkleşmesi olarak algılayabilir miyiz?” sorusuyla bitiriyor. Bu soruya evet yanıtını verirken politikacı Esendal‘ı geçip geleceği kucaklayan Esendal hikâyelerine eğiliyoruz.
Bu yazıları bir şeyler öğrenmek için kaleme aldığını söyleyen Çelik “Metnin ruhu yazarın iradesine tabi değildir. Mutlaka yazarı yazmaya iten saikler, anlatmak, göstermek istediği şeyler vardır. Ama metnin ruhu bunlardan özerk olarak ortaya çıkmış olabilir,” diye eklemektedir.  Çelik’in bakışıyla yazarlara ve yapıtlara eğilmek, onların “yazarın iradesinden özerk olarak açığa çıkmış” ruhlarına yakınlaşmak isteyenlere heyecan verici bir yol arkadaşlığı teklifidir Ateşe Atılmış Bir Çiçek. Yapıtların satır aralarından yazarlara bakmayı seven okurlara keyifle…
*Behçet Çelik “Eleştiri ve Metnin Ruhu”