İNSANIN SIRRINI
KIRMAK
Kıbrıslı yazar Gürgenç
Korkmazel ikinci öykü kitabı Sırkıran’da sıradan insanlık hallerinin hüzünlü kırılganlıklarını, büyüdüğü
coğrafyanın belleğine kayıtlı acıları, otoritenin dayattıklarıyla yaşamak
zorunda kalan, göçmen olanın trajedisini, cinselliği, kadın-erkek ilişkilerini öyküleştiriyor.
Sözcüklerle haşır neşir bir şairin kaleminden çıkmış öyküler bunlar. Kimisi
şiirin tatlı tınısını taşırken, şiirsel bir söyleyişle işliyor. Anlatılmak
istenen insansa, kimi zaman kolaylıkla sırrına erilen, kimi zamansa kendine
bile bilinmezlerle dolu olan insan, yazarak o kapıyı azıcık olsun aralıyor
Gürgenç Korkmazel. Açılan kapıdan buyur edilen okur karmaşık yollarda
dolaşırken incelikli bir bakışla yaşamın, insanın çoklu bütününe beleniyor. İyi-kötü,
karanlık- aydınlık çoğunu aynı anda kendinde taşıyan insanı usul bir açık etmeyle
sunuyor okuruna Korkmazel.
“Ayakta durup onu seyrediyorum.
Birinin uyuyuşunu seyretmek, onu çıplakken seyretmekten çok daha özel bir şey…
O kadar çocuksu ve tatlı ki, gece boyu ona söylediğim ve düşündüğüm olumsuz
şeyler için pişmanlık duyuyorum. Ve birden onu ve annesini terk eden “ateşte
yanarken görsem üstüne işemem” dediği, babasıymışım gibi hissediyorum.
Kitapta
kısacıklar da dâhil olmak üzere otuz yedi öykü yer alıyor. Öykü sayısından da
anlaşılacağı gibi kısa ve vurucu metinler kurmaktan hoşlanıyor Korkmazel.
Kitabın ilk öyküsü Arıkuşları bir çocuğun
Kıbrıs’ın trajik tarihine paralel gelişen trajedisini sarsıcı, yıkıcı bir sonla
anlatıyor. Üniformalara, askerlere öykünen, sokaklarda her gün gördüğü bu
adamların dünyalarına yakından bakmak isteyen bir çocuğun yaralayıcı
tanışıklığına çağırıyor okuru. Neden bilmem, kurduğu atmosfer ve savaşın dolaylı
yollardan öyküye düşen gölgesiyle Keret öykülerini anımsatıyor Arıkuşları. Yazar, bir yandan silahların,
üniformalıların kol gezdiği bir resmi metne taşırken, bir yandan bu karabasanı
iyice umutsuzlaştıran insanın kıyıcı karanlığını ekliyor hikâyeye. Bir matruşka
gibi iç içe gizlenmiş yok edicileri anlatıyor. Öykünün başından sonuna kadar
aralıklarla okura eşlik eden arıkuşları çocuğun yaşadığı trajediyi daha da iyi
kavramamızı sağlarken, öykü “Arıkuşları
dönüp duruyordu başlarının üzerinde bir yerlerde. Onları görmüyor, sadece
çılgın çığlıklarını duyuyordu.” sözleriyle sonlanıyor. Ustalıkla kurulan
atmosfer, bunaltıcı sıcak, arıkuşları yaralayıcı son için bir araya getirilmiş,
adeta bizi oraya götüren yolun taşlarını döşeyen önemli ayrıntılar. Böyle
bakıldığında iyi düşünülmüş bir öykü Arıkuşları,
odağı bütünleyen, onu daha iyi kavramamızı sağlayan etkili, yaralayıcı
ayrıntıların bütüne yürüdüğü, unutulmaz bir öykü.
Korkmazel’in
kalemi sıradan ayrıntıların gizlediği sızıları açık etmeye odaklı. Çoğunluk
varoluş acısıyla kavrulan, yalnız, yabancılaşmış öykü kahramanları yazarıyla
birlikte arayış içinde. Kimi zaman net söyleyişlerle çıksalar da okurun
karşısına, bir anda daha evvel söylediklerini ters yüz edip kendilerini
yalanlayabiliyorlar. Kadın-erkek ilişkilerinin arapsaçı hallerine, cinsellik, üreme
içgüdülerine kendilerince yorumlar getiriyorlar “Zaten sevgi olunca ölmek de zorlaşıyor, ama özgürlük ölümü
kolaylaştırıyor.” “…Ya ölmeden önceki
aşama; çoğalma, çoluk-çocuk… Çocuk yapmazsan buruşup büzülecek güzelliğin,
kuruyacak kalbin, genlerin…” “Çok fazla Shakespeare sonesi okuyorsun…”
Kitapta
Kıbrıslı şair Kaya Çanca’ya armağan, söyleyiş farkıyla okura şiirsel haz
yaşatan bir öykü de yer alıyor. Bir şaire ve onun kurmacada yeniden yaratılan özkıyım
ânına odaklı Kaya adlı öykü şairin
yaşamından, şiirlerinden izler taşıyor. Daha evvel Kaya Çanca’nın yaşamı ve eserlerini
konu eden bir kitap da yayımlayan Korkmazel’in Kaya Çanca’ya yaşamında açtığı
özel yeri, anımsama/anımsatma arzusu belki de bu öykü… Zamanın vefasızlık
çukuruna itmeye çalıştığı adlardan, kişisel tarihimize sızarak bizi
değiştirenlere gönül borcu belki de… “Yağmurdan
sonra çukurlarda ölü kelebekler yüzdürmeye veya kurumuş sakangur cesetleri
sektirmeye vakit yok. Eski bahçe işlerinden tırnak altında kalan toprağa
içtenlik tohumları ektiydi, bastıkça etine, eziliyor. Y. Sokağı’na saptı yine.
Kafese kapatılmış yabani bir hayvan gibi, sonunda hep kendi etini dişliyor. Ta
en içine çekiliyor. Ağrılı kas hareketlerine bölüyor verilmemiş bir öpüşü,
saplantılı bir üslup için.” “Bakınıyor, aranıyor, kesici hiçbir şey yok odada.
Ampulden başka. Işığı kapatıyor. Sandalyeye basıp yükseliyor karanlıkta. Hiç tereddüt
etmeden, avcunda sıkıp kırıyor sıcak ampulü ve cam kırıklarıyla kesiyor
bileklerini. Kan sızıyor ince kesiklerden…”
Bir şairin
elinden çıkan kimi ironik, kimi çarpıcı bir anlatımla Sırkıran kısa, incelikli
öykülerde yol almaya çağırıyor okuru. Öykünün yürüdükçe çatallanan yollarında
keyifli okumalar.
Bu yazı Notos Haziran Temmuz 2013 sayısında yayımlanmıştır.