NAHİF DÜNYALARIN GÜÇLÜ
SESİ
Amerikan Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Raymond Carver’in
yirmi iki öyküden oluşan kitabı “Lütfen sessiz olur musun, lütfen?” adıyla
okurlarla buluştu. Can Yayınları’nın “öykü şenliği” sloganı eşliğinde bir dizi
kitap basması gerçekten de şenlik coşkusu yarattı okurda. Kirli Gerçekçilik
akımının öncülerinden olan yazar günlük hayatın içinden seçip aldığı kirli
gerçekleri unutulmaz bir biçemle kazıdı zihnimize.
Bir söyleşide kısa
öyküye yaşamın kedisine dayattığı koşullar yüzünden yöneldiğini söyleyen Carver
olduğundan daha değerli kılmaya çalışmaz yaptığı işi, kişiliğindeki bu
alçakgönüllü duruş öykülerinde de görülür. Kimilerine göre bu yorum bir
yanılgıymış gibi algılansa da samimiyeti etkileyicidir. Kısa öykünün kısıtlı
olanakları içinde yarattığı biçemle diğer yazarlardan ayrılmayı başarır.
Ölümünün ardından daha da ilgi görür öyküleri, genç yazarların eğildiği adlar
arasına girer.
Öykülerine dair bir soruya “Okurda bir beklenti yarattığım ve
bu beklentiyi karşılamadığım gerçek” diye yanıt verir.
Carver öykülerinin
işaret ettiği toplu iğne başı gibi küçük bir yara olsa da okura gösterilmek
istenen derindeki büyük sancıdır. Sarsıcı olaylar yoktur onun öykülerinde, dil
bir cila gibi anlatıyı etkili, görünür kılmak için kullanılır, yazara farklı
olanaklar sunan edebi sanatlara neredeyse hiç yanaşılmaz, tıpkı yaşamın içinden
seçip aldığı sıradan ayrıntılar gibi öykü bileşenlerini birbirinin önüne
geçirmeden nahif bir dünya sunar okura.
Akşam Okulu adlı öyküde “kendi ailenden biri
tarafından aldatılmak işte sana gerçek kâbus” cümlesi üzerine oturttuğu
anlatısını, sıradanın görünmezliğiyle, taraf olmanın keskin sınırlarında
gezinmeden aktarır. Öyle ya günlük koşturmacanın içinde hepimiz birer “kör”e
dönüşmez miyiz? Öykü anlatıcısının
derinleşmiş kırgınlığı önemsiz bir mesele yüzünden açık edilir. Alıştıklarımızın,
her gün tekrar ettiklerimizin arasında mıdır derindeki karanlığın izi. Yaşamın
toplamı onulmaz yaralar açmıştır da içimize, onu görünür kılmak incecik bir
sızıya mı bırakılmıştır. Evet, Carver ‘in öykülerinde onu görünür kılmak
incecik bir sızıya bırakılmıştır. Peki, bunları görmek ayrı bir göz
geliştirmeyi gerektirir mi? Onun kahramanları bu göze sahiptir ve yaralarını
teslim olmuş, vazgeçmiş bir edayla okura gösterirler. O ince sızıyı okura
bulaştırdıktan sonra dönüp giderler sıradanın içine, aynı hayata karışırlar. Parçaları
birleştirmek okura kalır, mutsuzluğun uzaktan göründüğü kadar anlık olmadığını
hemen hisseder okur, yazarın becerisi de buradadır. Işıltılı sahneler kurmadan,
sarsıcı olaylar anlatmadan yapar tüm bunları.
“Lütfen sessiz olur musun, lütfen?” adlı kitapta yer alan
öykülerde yoksunlukların, yoklukların, kadın- erkek ilişkilerinin, insanlık
durumlarının, gençlik duygularının ağırbaşlı bir tutumla öykü dünyasına
taşındığına tanıklık eder okur. Kiminde zaten işsiz olan bir adama elektrik
süpürgesi satabilmek için eve girmenin yolarını arayan bir satıcının dramı;
kiminde karısı tarafından aldatıldığını düşünen adamın, insan olmanın büyülü
sınırlarında dolaşışı; kiminde yalnızca geçim sıkıntısı yüzünden çekilen
acılar, kiminde ilk gençlik yıllarına özgü cinsel açlık ve yabancılaşmaya
ortaklık ederiz. Bir öyküsünde de okura tatlı bir oyunda eşlik ederek “Bunu
anlatmak, doğru anlatmak için bir
Tolstoy gerek” dedirtir kahramanına. Kimi durumların yazarların gözünden daha
doğru anlatıldığına bir övgüdür bu cümle, bir yanıyla cümleyi kurdurttuğu
karakterin kişiliğini açık ederken bir yanıyla sevdiği yazarı selamlar Carver.
Yine aynı öyküde “yazarları bilirsiniz…”dedi Mrs Morgan, Paula’ya “abartmayı
severler…”“Kalemin gücü” dedirtir.
Keskin çıkışlar yer bulamaz Carver’in yazın dünyasında, bir eliyle var ettiğini
diğer eliyle yıkıverir, çoğunluk, bu kafa karışıklığı öğretilmişe aşina okuru
uyanık tutmanın yollarından biridir, sızı hissettirilse de varılan sonlar pek
de öyle alışılmış değildir.
Carver okumak adına yaşam dediğimiz o büyük bilinmezin
göstermeden içimizden eksilttiklerine bakmak, nahif bir dünyanın parçası
kılınarak da güçlü sesler çıkarabilmek, ayrıntıların kurduğu sarsıcı sonlara
ulaşmak, bir yazarın kalbini sevmeyi öğrenmek ve “Tanrım, bize yardım eder
misin, Tanrım?” diyenlerin seslerini duymaktır.
Bu yazı Notos Haziran Temmuz 2012 sayısında yayımlanmıştır.