Sözcükler kuşandıkları
dünyayla vardır. Kimileri tatlı bir bahar habercisi usul, yumuşak; kimileri
tahakkümün simgesi… Kimileri bir yazgı gibi ömürlere işlenen acıların
habercisi, bellek mirasçısı…
Peki ya siz, şimdi uzaklarda
kalmış beyaz yaka, karatahta günlerinde, yoksul çocukların ömürlerine bir
piyangoymuş gibi kazınan parasız yatılı sınavlarına ağarık bir kara olan önlükleriyle erkenden gelerek -Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep
erken gelir-girdiklerini/ girdiğimizi/ girdiğinizi hatırlar mısınız?
Parasız ve yatılı sözcüklerinin yan yana gelince yoksul sözcüğünün kan kardeşi
olduğunu…
Sözcükler gerçeğin solgun görüntüsü, kimi yazarlarsa karanlık avcısı.
Sözcükler gerçeğin solgun görüntüsü, kimi yazarlarsa karanlık avcısı.
Uzun zamandır dönüp
dönüp okuduğumuz Parasız Yatılı, Türk
Edebiyatı’ndaki sarsılmaz tahtını mütevazı bir duruşla korumaya devam ediyor.
Bilinçli bir ağırbaşlılıkla aktarılan öyküler, dilin gücüyle soluk alıyor. Ne
mutlu ki zaman, yazın heveslisi bir okur gibi yanını yöresini temizleyip daha
da görünür kılıyor bu güzel öyküleri. Yıllar önce okurla buluşan bir ilk kitap
hâlâ izini sürüyor eksik, yoksul insanların.
Birbirinden farklı
yaşamların hüzünlü bir uzaklıkla anlatıldığı öyküler yalnızlık, sevgisizlik ve yoksulluğun
kapısına oyulan bir göz gibi…
20
Nisan. Güneşli bir hava. Ama neye yarar?
21 Nisan. Güneşli bir hava. Ama neye yarar?
22
Nisan. Güneşli bir hava. Ama neye yarar?
Ben de meraklı bir okur
olarak dayıyorum gözümü küçük deliğe; itilmiş kadınların kendi içlerine büyüyen
mutsuzluğuna, çaresizliğine, kibrine tanık oluyorum. Sarı pirinç Fransız karyola, kuzine sobanın kurulduğu kocaman mutfak, baklava
pırlanta yüzük, damla küpeler, patiskalar, bağda buğulu buğulu duran razaki,
misket, çavuş üzümleri, mangal, maltız… Ayrıntılarla derinleştirilen mekânlarda
kahramanlarımın kaderlerini daha iyi kavrıyor, onları daha yakınımda buluyorum.
Ve bazen mutfak penceresinden görünen bir nehir
sözcü oluyor yoksulluğun yazgı kıldıklarına. Genç bir kızın sahipsizliği Yusuf Ağanın erimiş, adaleli, sarkık
karnının ağırlığı tüm bedeninde kayıyordu sanki ”cümlesiyle zehrini
akıtıyor içimize. Nehir kuduruyor “Yağışlardan
o yıl nehir iyice kabarmıştı. Şişmiş hayvan ölüleri suyun dönüşlerindeki
köşelere takılıyordu. Bunlar büyükbaş hayvanlardı.” Yusuf Ağanın nehirde
sürüklenen büyükbaş hayvanlardan biri olduğunu mu düşünmek istiyoruz. Yoksa
körpe bedenin diğer sesleri çoğaltarak unutmaya çalıştığı erimiş, adaleli, sarkık karnın ağırlığının üzerinde kayıyor oluşu
mu?
Ellerimi dayayıp gözümü
yasladığım kapının ardında çoğunluk anneler, kayınvalideler, küçük çocuklar gördüğüm,
öyle ya moda deyimiyle “en zayıf halka” onlar. Çizilen karanlıkta hemencecik yolunu
yitiren, ağırlıksız olanlar. Kimi, yaşadığı yerleri bırakıp gelen, yoksulluğa
yalnızca onunla katlanılan göçmen bir yenge; kimi, küçük kızıyla bi başına
kalan anne. Ne çocuk, ne kendi… Ölüm bir seçenekmiş gibi durur aklında…
Parasız yatılı, adını
verdiği öyküde yoksul çocuk için bir kurtuluş, bir yeni yaşam müjdesi olurken, Su Ustası Miraç’ta zengin çocuğun
parasız yatılıya girmesi ailesi tarafından bir küçümseme, dışlama nedeni olarak
görülür. Kitaptaki farklı öykülerde de karşımıza çıkan parasız yatılı bir altını çizme, bir açık etme eylemidir ki bu “Parasız Yatılı” adlı öyküde doruk
noktasına ulaşır. Her anlatıda bambaşka hayatların içinde duran bu sözcükler okuru
yine aynı kapıya çıkaracak, yazarın dilinde yoksulluğu açık eden en önemli
gösterge olacaktır.
Öyküler anlatı zamanına
uygun sözcük seçimi ve incelikli ayrıntılarla siyah beyaz bir film karesinden
akıyormuş izlenimi yaratılarak aktarılır. Yalın bir dil, ayrıntıcı gözlemin
ürünü atmosfer, evrensel acılarımız üstünde yükselen anlatılara ortak eder bizi…
Bunca acı böylesi bir naiflik içinde nasıl anlatılır derseniz dönüp dönüp dil
ve anlatıma bakmalısınız. Tüm bunları kahramanlarına doğru yerden bakarak anlatabilmek,
ancak yoksulluğa açılan düşünülmüş, akıllıca bir savaşla gerçekleştirilir. Füruzan da
bunu başarmış ”Hayır demenin
gerekliliğini bilmezdim ki!” diyenlerin çaresizliğini yazarak “Parasız Yatılı”yı öyküleriyle bir
karanlık avcısına dönüştürmüştür.
Gözümü dayadığım yerden
ayırıp olduğum yere oturuyorum. Kırk yıldır çoğalan kitabın sayfalarını
çevirirken Haraç adlı öyküde, altını
siyah kurşun kalemle çizdiğim bölümde kalıyorum.
Konağın
getirine götürüne seni koştururuz. Burada yer içer, efendilerine saygılı, boynu
bükük olmayı öğrenirsin…
…boynu
bükük olmayı öğrenirsin…
…boynu
bükük olmayı…
…boynu
bükük…
Bu yazı Kitap-lık Dergisi Eylül 2011 "Füruzan ile 40 yıl" dosyasında yer almıştır.