4 Aralık 2011 Pazar

Edebiyat yazıları 2 - Kafka'dan Hidayet'e

Kafka’yı okumayan yoktur. Yüzyılları devirip gelmiş bir yazardır o.
Romanlarını, öykülerini yazarken iflah olmaz bir acıdan beslenendir. Metinleri arasında duygu yüklü satırlar bulamazsınız ama sayfalar kapanınca içinize işleyen bir ürperti, puslu bir atmosferde yitik kahramanlar ya da kaybolmuşluk duygusudur size kalan. Her sırrına erişilemez, mantıklı bir bakışla birbirini bütünlemeyen bir anlatı ormanı kurmuştur ve onun ormanında gezinir, beklenmedik yollarda yürür, beklenmedik sonlara ulaşırsınız.
Peki ya Hidâyet, kendi coğrafyanıza en yakından ses verendir. “ Kör Baykuş” adlı romanındaki sakalı kınalı kasap, tanıdık bir selam gibidir metninin içinden size.
 Katmerlenmiş acıyı şiirleştirendir, kendisini yalnız gölgesine anlatmak isteyen, anlatısını döngüsel bir anlatımla ilmek ilmek örendir.
Hidâyet’te Kafka hayranıdır, Hasen-i Kâimiyân ‘ın  farsçaya çevirdiği “Ceza Sömürgesi” adlı kitaba yazdığı önsöz öykü kadar uzundur ve “Kafka’nın Mesajı” başlığını taşımaktadır.Bu uzun önsözde “Kafka’nın dünyasına kafa yoran kişi ezilip büzülürken ona doğru çekili verir” der ve kendi yarasından uç veren şu cümleyi kurar,
“Çünkü ona göre bizim anlamsız ve değersiz hayatımız, içinde çırpınıp durduğumuz sonsuz bir boşlukta uçmaya çalışmakta ve üç günlük ömrümüz kesin yoklukla çarpışmaktadır.”1
Evet ikisinin de acıları vardır ve oradan beslenirler:
Kafka “Köy Hekimi” adlı öyküsünde:
 “Güzel bir yarayla dünyaya geldim. Varım yoğum hep bu yaraydı” dedirtirken,
Hidâyet “Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar,”** diye fısıldamaktadır okura “Kör Baykuş” adlı romanın girişinde.
Hem Kafka’nın “Köy Hekimi” adlı öyküsü hem de Hidâyet’in “Kör Baykuş” adlı romanının bazı bölümleri -Atlı arabayla mezarlığa gidiş- puslu bir atmosfere yaslanarak, masalsı öğelerden beslenir. Biri sembollerle, imge ve alegorilerle anlatırken öyküsünü, diğeri kelimeleri ust üste yığıp belli bir mantık düzenine bağlı kalmadan şaşırtarak yapar bunu.
 Birinde gece yarısı hastaslarına giden köy doktoru, diğerinde kalemdanlar yapan, sonsuz mutluğa bir kadının aşkıyla ulaşmaya çalışan bir yaralı, bir esriktir kahraman.
*Her iki anlatıda da birden ortaya çıkan  yan kahramanlar vardır.
Kafka’da karlı bir gecede köydeki genç hastaya gitmek zorunda olan hekim; hizmetçisini, ölmüş olan atının yerine bir at aramaya yollamış ve hizmetçi eli boş olarak dönmüşken- okura hiç ip ucu verilmeden -ahırdan çıkıveren seyis ve iki at... Seyisin anlam verilemeyen davranışları...Öykü kahramanının hizmetçiye "Kendi evinde besleyip barındırdığı şeylerden insanın haberi olmuyor”demesi., seyisin  durup dururken hizmetçinin yanağını ısırması.
Hidâyet’te ise parçalara ayırdığı cesedi valize doldurup sisli bir havada, evden çıkan kahramanın beklenmedik bir şekilde cesedi gömmek için yardım teklif eden yaşlı adamla karşılaşması. Adamın bavulun içinde ceset olduğundan haberdarmış gibi cenaze arabasının olduğunu ve ona yardım edebileceğini söylemesi. Yaşlı adamın okurun kafasında mantıklı bir yere oturtulamayan anlamsız, rahatsız edici gülüşü.
*Her iki anlatıda atlı bir arabayla puslu bir atmosferde çıkılan yolculuk.

 Kafka’da tipi, Hidayet’te sis vardır; Hidâyet’te mezarlığa giderken atlı arabaya binilir, Kafka’da hastaya ulaşmak için atlı arabaya binilir.
 * Kafka da  kahraman ölmek üzere olanın yanına yatırılmakta, Hidayet’te ise cenaze arabasında ölülerin yatması gereken yere roman kahramanı yatmaktadır.
Sanki her ikisi de ölümün eşitleyiciliğinden yararlanarak okurun gözünde anlatı kahramanlarını eşitlemeye çalışmaktadır. Biri kurtarması gereken hastayla doktoru en çarpıcı düzlemde, doktoru çırılçıplak soyarak, hastanın yanına yatırarak eşitlemekte - Ölüm döşeğinde- Diğeri tabutun koyulması gereken yere  sağlıklı, canlı bir adamı yatırarak... Her iki kahraman da biri yardımına ihtiyaç duyan hastasıyla, diğeri parçalara ayırdığı kadınla Kısa bir süre de olsa eşitlenmiştir. Kafka bu kadarla yetinmeyip hastanın yatağına uzanan doktora yanıtı yine hastanın ağzından verir “Benim ölüm döşeğimi daraltıyorsun” Hidâyet ise hem mezarlığa giderken hem de cesedi gömdükten sonra uzun uzun anlattığı yol boyunca yatırır kahramanını,cesedin yatması gereken yere ve giderken parçalara ayrılmış cesedin bulunduğu bavulu göğsünün üstünde taşıtır kahramanımıza.
Okurun içinde yatırdığı kendi ölülerine seslenir ikisi de üstelik dipdiri bir bedenle...
Her iki anlatıda da ilginç şekilde ortaya çıkan bir koro vardır.
Kafka’da bir okul korosudur bu ve;
Soyun giysilerini, iyi eder o zaman***
Baktınız iyi etmedi, öldürün gitsin.
Bir hekimden başka nedir ki
Bir hekimden başka nedir ki.
demektedirler.
Hidâyet’te ise bir sürü sarhoş polis sesidir duyulan ve bir koro olurlar;
Gel gidelim içelim****
Rey şarabından içelim!
Şimdi içemezsek onu,
Ya ne zaman içelim.
demektedirler.
Belki belli belirsiz, incecik yollardır anlatılar arasındaki, Hidâyet katmerlenmiş bir acıyı şiirsel bir dille sara sara yol aldırırken okuruna, Kafka soğuk puslu bir atmosferde rahatsız edici, beklenmedik olaylarla yoğurur okurunu ama yine de
Çırıl çıplak bu en mutsuz çağın ayazına açık”  değiller midir her ikisi de?
                                                                                Şenay EROĞLU AKSOY
                                                                                            16.3.2010
Bu yazı wwwalzine.net sitesinde yayımlanmaktadır                                                                                                


*“ Kafka Hikâyeler “Köy Hekimi” sayfa155
 Cem Yayınları
Çeviren Kâmuran Şipal

** Sadık Hidâyet “Kör Baykuş” sayfa 15
Yapı Kredi Yayınları
Çeviren Çeviren Behçet Necatigil


***“ Kafka Hikâyeler “Köy Hekimi” sayfa154
 Cem Yayınları
Çeviren Kâmuran Şipal

**** Sadık Hidâyet “Kör Baykuş” sayfa 64
Yapı Kredi Yayınları
 Çeviren Behçet Necatigil

***** Kafka Hikâyeler “Köy Hekimi” sayfa156
 Cem Yayınları
Çeviren Kâmuran Şipal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder