23 Mayıs 2015 Cumartesi

KİTAPLARA DAİR

İncelikli bir ilk ses: Limon Yağmuru

Emrah Öztürk’ü kitap-lık dergisinde yayımlanan öyküleriyle tanıdık. Çocukluğu, her an dönüp karıştırılan bir heybe gibi sırtında taşıyan Kıbrıslı bir yazar.  Onun yazı dünyasına girmek, ne yapsak sırtımızdan inmeyen o heybeyi karıştırmak biraz, çocuk dünyasının kırılgan, puslu evrenine bakmak.  Limon Yağmuru’nun içinde yer alan öykülerin çoğunda çocuk olma durumunun korkularından, acılarından dem vuruluyor. Bu durum kimi öyküde şöyle bir görünüp kaybolurken kimisinde hikâyenin kendisi oluveriyor.
 Bir yanıyla hüzünlü, bir yanıyla oyunbaz öyküler yan yana durmakta kitapta. Yazmanın ön koşullarından birinin, kurmaca gerçekliğini sapasağlam çatmakta olduğunu bilen bir yazar var karşımızda. Kitaptaki hemen her öyküde etkili, okuru mesele edilen şeyin kalbine çeken bir atmosfer yaratılmış. Sıcak, kertenkeleler, bunaltıcı evler, basık odalar, usul usul sonuna varılan olayı tamamlayan küçük ayrıntılar… Öztürk’ün öykülerinin önemli bir bölümünde geçmişe bugünden, geride kaldığı gerçekliği okura sezdirilerek, puslu bir uzaklıktan bakılıyor. Bu pusu yaratmayı başarıyor yazar, sanırım bunlar yüzünden arka kapak yazısında Onat Kutlar’ın incelikli anlatımının izinden yürüyen bir kalem olduğu vurgusu yapılıyor. Kutlar’ın atmosfer çatmadaki başarısı düşünüldüğünde sonraki kitapları ilgiyle beklenen bir yazar olmayı başarıyor Öztürk. Kitapta yer alan öykülerin adları sıradan bir cümlenin içinden çekilmiş birkaç sözcük gibi, şiirsel, alt okumalara açık bir söyleyiş yok bu adlarda. Anneee, Makas, Hafif Ezilmekte… Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere yalınlığıyla dikkat çekiyor öykü adları. Çocuk dünyasının merkeze çekildiği öykülerden Anneee ‘de çocukluk korkuları mesele ediliyor. Ev ahalisinin derin uykuya geçtiği saatlerde öykü anlatıcısının tüm dünyasını sarsarak ama sessizce yaşadığı korkular, çocuk gözünden öyküleştiriliyor. Odayı aydınlatan ampulün renginin bile kahramanımızın korkularını nasıl artırdığı etkileyici bir ayrıntıya dönüştürülmüş öyküde. Gecenin ve karanlığın çocuk dünyasında çoğalan ürkütücü fısıltılarından söz ediliyor. Karanlıkta var olan, her gece salona ıssızlık çökünce bir anda ortaya çıkıveren, televizyon dolabının yanına kıvrılıp yatan canavardan. Anlatıcının, kendi yatağından kalkıp annesinin yatağına gidişi kadardır öyküleştirilen zaman ama çocuk olup da o canavarla tanışmayan, kendi yatağından anne yatağına varılana dek atılan birkaç adımın tedirgin edici uzunluğunu bilmeyen var mı? Asıl maharet yetişkin gözüyle, çocuk dünyasının gerçekliğini bozmadan, okuru o korkunun parçası kılmakta değil mi? Bir yanıyla da anımsamak, çocukluğu, çocuk dünyasını anımsamak Limon Yağmuru. Kitapta birbirinden uzağa düşen iki anlatım var bana kalırsa.Kimi öyküde de sivri dilli, duman huzmesinden yola çıkarak insanlığın biriktirdiği yaşamı anlama, adlandırma deneyimine tatlı bir ironiyle yanıt veren, hin bir yazar var karşımızda. Leonardo da Vinci, Ingmar Bergman ve Vladimir Puşkin’ den dem vuruyor. Yaşama, sanata kendi penceresinden bakıyor.  Tüm bunları anlattıktan sonra varılan yerde onca bilginin ışığından süzülen yalınlıkla beleniyor kahraman. Gerçeküstü anlatı yollarıyla sıçramalar yapmayı da seven Öztürk, ikilemeleri de sıkça kullanıyor.  

Okura kalan, kitabın ilk öyküsünde bir dönemin değişimine tanıklığını anlattıktan sonra tek arzusunun hikâyeye dönüşmek olduğunu söyleyen çamaşır leğeni gibi, Emrah Öztürk’ün kaleminde kurmacanın kendisi olmuşken hikâyeye dönüşmek istediğini söyleyenlerin incelikli anlatımına eğilmek sanırım.

Bu yazı Notos'ta yayımlanmıştır.